Yazıyorum efendim!
Yazıyorum çünkü yazmayı seviyorum. Fikirlerimi beyan edebildiğim, yüreğimdekileri alenen dökebildiğim, kendim olabildiğim her konuda, her şey hakkında yazmayı seviyorum.
Bu benim için ekmek ve su gibi bir ihtiyaç. Ama öyle "Dur bakayım, bir şeyler yazmam lazım!" deyip de elime kalemi kağıdı alıp ilham bekleme durumları olmadan yazıyorum. Zaten öyle olsaydı, bu bir mecburiyet olur ve benim gibi; kalıplardan, zorlamalardan hoşlanmayan bir insan için de işkenceye dönüşürdü.
Oysa ben kendine işkence etmeden yazmayı sevenlerdenim... İstediğim için, sevdiğim için, yazma eyleminin ruhumda bıraktığı tatlı tını için yazıyorum.
Sahilde, yolda, otelde, kafede, uçakta, otobüste...Hasılı; aklıma düşenleri oracıkta yazmayı sevenlerdenim.
Gecenin 3' ünde 5' inde, katran karasına kendini bırakmış günün devrinde, sabahın seher vaktinde, gün ortası- toplantı molasında...Kısacası; zaman fark etmeksizin yüreğime düşenleri yazmayı sevenlerdenim...
Ağlayan bir bebeği gördüğümde, gülen bir yüze değdiğimde, uçan kuş kanadını çırptığında, denizin dalgası kıyıyı yaladığında, bir ihtiyarın manalı bakışında, çiçek tomurcuk verdiğinde vs. vs...Yazarım...Çünkü ben, malzemesini dünyadan ve içindekilerden edinmeyi sevenlerdenim...
Sözün özü, her şey hakkında, her ne zaman ve nerede olursam olayım yazmayı severim.
Sözcüklerin gücünü severim!
Kitaplar yazdım...Daha da yazılmayı bekleyen kitaplarım var; her birinin de tarzları ve içerikleri birbirinden farklı olan. Mesela yine bu yıl piyasaya çıkartmayı düşündüğüm yeni kitabım AŞK-I GÛZAF gibi.
...
Geçen gün eski bir dostuma yukarıda okuduğunuz satırların aynısını söyledim. Adı geçen müstakbel kitabımdan zaman zaman yaptığım alıntı paylaşımlarımın üzerine, yukarıdaki satırları sesli olarak söylemem şart oldu, eski dosta!
Malumunuz; adı üzerinde, AŞK-I GÛZAF! Bir nevi hüznün hikayesi!
Kitaptan ara ara yaptığım alıntıları baş tacı yapan sevgili dostum, aynı zamanda da yüreğine merak yapmış meğer!
Sebebi ise benim kadar şen ve pozitif bir insan nasıl bunları yazabilirmiş? Yoksa dostluğumuzun gram hatırını kollamayıp, gizliden gizliye yaşanmışlıklarım olup da bir kerecik bile bunlardan ona söz etmemiş miyim? vs.vs.
Bildiğiniz üzere, biz kadın milleti biraz da olayları abartmayı sevdiğimiz için böyle konuları gözümüzde büyüterek, hemencecik gücenme duygusuna kapılıveririz!
Pek sevgili dostum da her nedense bu hisse kapılarak gücenivermiş bana! Şen kahkahalarımı dışarıya savururken ben, dostluğumuzun hatırını kollamadığımı düşünüp için için kederli hisler yaşadığım zannına kapılarak!
Her ne dediysem ikna edemediğim sevgili dostum gibi düşünenler için buraya da yazıyorum; biz yazarlar dramatik bir kitap ya da bir şeyler yazdığımızda o olayı birebir yaşamış falan olmuyoruz!
Elimizde mendil, 7x24 ağlama krizlerine girmiyoruz!
Ve dramatik konuları ele aldığımızda binbir küfür edip, kahır küpüne dönerek, hayata küsmüyoruz.
Bizler sadece çok iyi empati yapabiliyor, başka hayatları iyi gözlemliyor ve yeri geldiğinde mükemmel bir araştırmacı oluyoruz.
Ve bu doğrultuda, yazma eylemine geçtiğimizde ise hislerimizi maksimum derecede iyi kullanabilen, yön veren ruhlara dönüşebiliyoruz.
Aksi halde düşünsenize; yazmış olduğumuz her şeyi yaşamış olsaydık şayet, buna ne ömür yeterdi ne de zaman.
Hayır, hayır, hayır ...
Biz yazarlar yazdığımız her şeyi bire bir yaşıyor falan değiliz.
Bunun empatiyle alakalı bir durum olduğunu onlarca kez söylememe rağmen, bana ayrılmış olan bu köşede de, benimle aynı kaderi paylaşan bütün kalemdaşlarım adına bir kez daha belirtmeyi boynuma borç bilirim.
Yazdıklarımızın tümünü yaşıyor değiliz, sadece yazıyoruz.
Alın yazılarınızın güzel yazılmış olması dileğimle,
Esen kalın.